İyi ye; iyi yaşa.
Sağlık ve beslenme arasındaki ilişkiyi belki de en kısa ve öz şekilde anlatan ifade budur.
Yediklerimizin temiz, sağlıklı olması ne kadar önemliyse, kaynaklarını bilmemiz de en az bu kadar önemlidir.
Nasıl ?
Yeni bir cep telefonu, televizyon ya da araba alırken, yeni bir eve çıkarken, izlenecek bir film seçerken ne kadar detaylı araştırma yapıyorsak, bedenimize giren gıdaların da nereden, nasıl geldiğini bilmemiz ve incelememiz çok kıymetlidir.
Bana sorarsanız daha da önemlidir.
Hastalıklardan korunmamız için bunu anlamalı ve anlatabilmeliyiz.
Son yıllarda yakınlarıma hep şu telkinde bulunmaktayım:
Sakın hasta olmayın.
Kronik hastalığa yakalanmamak büyük ölçüde bizim elimizde. Yaptıklarımız, yapmadıklarımız ve yediklerimiz sağlığımızın nasıl olacağını söylemektedir.
İşte, son bilimsel veriler doğrultusunda, tıp dünyasının son haftalarda tartıştığı bir konudan söz etmek isterim:
AĞZINIZA KOYMAYIN
Evet, sert bir ifade. Ancak, yabana atılacak gibi değil.
Hastalık yaptığı artık kesinleşmiş bazı gıdalar var. Bunların çok yakın bir gelecekte yasaklanacağını düşünmekteyim.
Gelin şimdi yasak dediğimiz, ağzınıza koymayın diye uyardığımız gıdalara bakalım:
Listenin en başında trans yağlar, yani hidrojenize yağlar yer almaktadır. Beyin kanaması, kalp krizi, diyabet ve kansere neden olduğunu bildiğimiz trans yağlar, enflamasyona yol açarak beraberinde bir çok kronik sağlık sorununa yol açmaktadır.
Hidrojenizasyon adı verilen ekstra hidrojen kullanılan işlemlerden geçirilmiş margarin benzeri katı yağlar da trans yağ içermektedir.
İkincisi yüksek fruktoz içerikli mısır şurubudur. Normal şekerden çok daha zararlı olduğunu düşünmekteyim. Normal şekerin glikoz – fruktoz oranı %50 – 50 iken, burada fruktoz oranı %55’e hatta 75’e çıkmaktadır.
Meyve şekeri olan fruktoz başka bir yiyecek ya da içeceğe bağlı olduğunda da zararlı bir bileşik haline gelmektedir. Meyveli soda, gazlı ve şekerli içecekler, ekmek, salata sosu, pizzadaki domates sosu gibi bir çok yiyecekte bulunmaktadır. Karaciğere zararlı olmasının yanında, kan trigliserid düzeyini artırmaktadır. İnsülin direncine yol açarak, yaşlanmayla giden birçok hastalığı tetiklemektedir.
Bitmedi.
Ayrıca, bağırsaktaki enerjinin büyük bölümünü de tüketerek, “sızdıran bağırsak” dediğimiz tabloya yol açmaktadır. Bu da beraberinde enflamasyona neden olarak, bir sürü olumsuz sonuç doğurmaktadır. Vücudumuza girmemesi gereken bazı yabancı proteinlerin ve parçacıkların önündeki engel böylece, ortadan kalkmış olduğu için toksinler vücuda girerek, bağışıklık sistemimizin tepkisine ve otoimmün rahatsızlıklara, alerjiler, kalp hastalıkları, kanser gibi her tür probleme yol açmaktadır.
Ultra işlenmiş gıdalar da başka zararlılardır. Aslında gıda denilemeyecek olan bu kimyasallar, yapay işlemlerle ortaya çıkarılmaktadır. Bir maddenin ultra işlenmiş gıda olduğunu anlamak kolay değildir. Ancak, içeriklerine baktığınızda, yazılanları anlamıyorsanız, onlarca farklı maddenin adı geçiyorsa, yememek çok daha iyi olacaktır.
Yapay tadlandırıcılar da bir başka zararlı gruptur. Yapay tadlandırıcılar ilk olarak mikrobiyatanın zarar görmesine ve obezite, diyabet artışına yol açmaktadır. Ayrıca, beyni tetikleyerek “sefalik insülin tepkisi” adı verilen soruna sebep olmaktadır. Normal şekerden bin kat daha tatlı olmaları nedeniyle, beyne şekerin gelmek üzere olduğunu haber vererek bir nevi şartlanma yaratmaktadır. Bunun üzerine beyin, insülin artışı gibi metabolik etkilere yol açmaktadır. Neticede daha fazla acıkıp, daha fazla yemek yememize neden olmaktadır.
Organik olmayan meyve ve sebzelerden uzak durmakta fayda olduğunu da anımsatmalıyım. Üzüm, çilek, muz, nektarin, kereviz gibi meyve ve sebzeleri tüketirken organik yetiştirildiğinden emin olmalıyız. Organik olmayanların peptisid içerme olasılığı çok yüksektir.
Sınırlı tüketilmesi gereken gıdalara bakalım:
Un ilk akla gelen olmalıdır. Yiyebilirsiniz ama abartmayın. Çünkü, kan şekerini sofra şekerinden daha fazla yükselttiğini artık biliyoruz.
İşlenmiş rafine yağlardan olabildiğince uzak durun. Zeytinyağı oldukça faydalıdır ancak, diğer rafine yağların yapımında solventler kullanıldığını ve bunların da hastalık nedeni olan enflamasyona yol açtığını unutmayın.
Bir diğer zaralı da GDO’lu gıdalardır. Bunların en büyük sorunlarından biri, içindeki gri fosfattır. Bugünün tarım kimyasallarının %70’inde gri fosfat kullanılmaktadır. Bu da aslında bir herbisittir. Herbisitler yani bitki öldürücü ilaçlar, toprağa da zarar vermektedir.
SON SÖZ: Yaşadığımız tek yer bedenimizdir. En iyisini, en temiz ve doğalını hak etmiyor mu ?